Dünya genelinde mental sağlık sorunları, giderek artan bir endişe kaynağı haline geldi. Son günlerde yaşanan ilginç bir olay ise, depresyonun etkilerini ve insanların destek arayışlarını gözler önüne serdi. Genç bir kadın, 56 gün süresince derin bir uykuya daldıktan sonra hayatına yeniden dönmesiyle, herkesin dikkatini çekti. Bu olay, hem tıbbi hem de psikolojik açıdan derinlemesine incelenmeye değer bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bu durumu anlamak için, genç kadının yaşadığı depresyon sürecini ve ardından gelen uyanışı incelemek gerekiyor.
24 yaşındaki Miriam, yaşamının en karanlık dönemlerinden birini yaşarken, bunun yansımalarını günlük yaşamında yoğun bir biçimde hissetmeye başladı. İş yerinde yaşanan baskılar, sosyal hayatındaki problemler ve kişisel ilişkilerinin çatırdaması, onun ruh halini derin bir buhrana sürüklemişti. Giderek artan yalnızlık duygusu ve umutsuzluk, Jacques Lacan’ın “gözlerimi kapatıp her şeyi unutmak istiyorum” sözüne benzer bir deneyim yaşamaya itti. Sevdiklerinden uzaklaşması, hayatında önemli bir boşluğa sebep oldu, bu süreçte profesyonel yardım alma fikri ise aklının bir köşesinde hep var oldu. Ancak Miriam, yaşadığı duyguların ağırlığı altında ezildiği için bu adımı atmakta zorlandı.
Bir sabah, uyandığında bütün gün uyuyabileceğine dair bir his vardı içindeki boşlukta. Bu, kısa sürede alışkanlık haline geldi; bir gecede sadece birkaç saat uykuyla sabahlanıyordu. Kısa bir süre sonra, günlük hayata dair tüm enerjisi yok oldu ve her şeyin üstesinden gelebilecek gücü kalmadı. Ailesi, arkadaşları ve iş arkadaşları, Miriam’ın alarm veren bu durumunu fark ettiğinde çok geç olmuştu. Entellektüel bir mavi canlılığı ve hayata dair umut vaat eden bir gülümsemesi olan bu genç kadın, sessizliğe bürünmekle kalmadı, aynı zamanda 56 gün süren bir uykuya daldı.
Miriam’ın 56 gün süren derin uyku süreci, onu bulunduğu yerden tamamen uzaklaştırmıştı. Ailesi, durumunu anlamak ve yardım etmek için çeşitli yollar denemeye başladı. Uzun süreli bir uyku kaybından sonra, bir gün gözlerini açtığında, kendini hasta hissetti ve bu durum büyük bir hayal kırıklığına neden olmuştu. Yalnızca 56 gün değil, bir ömür boyu süren duygusal yüklerin nasıl başa çıkılacağıyla yüzleşmek zorundaydı. Ancak bu uyanış, onun sadece fiziksel yönüyle değil, psikolojik olarak da yeniden doğmasına vesile oldu. Gözlerini açtığında, yaşadığı gecikmeli rüya gibi günlerin ardında, kendi içindeki savaşlarla yeniden yüzleşmeye karar verdi.
Miriam, bu deneyim sonrasında profesyonel destek alarak bir terapiste başvurdu. Artık sadece bir uyku döneminin sona ermesinin ötesinde, içindeki kaynağı ve uyanışı yönetmeyi öğrenmesi gerektiğini biliyordu. Terapi sürecinde yaşadığı zorlukları, ailesinin kol kanat germesi ve dostlarının yanı sıra, kendi olan inancı onu güçlendirdi. Şimdi, yaşamına seksenler kadar bağımsız bir şekilde devam ederek, hem kendisi için hem de çevresindeki insanlar için yeni bir umut kaynağı haline gelme yolunda ilerliyor.
Böyle ilginç ve derin bir olay, yalnızca bir sağlık meselesi olmanın ötesinde, toplumsal güvenin ve ruhsal sağlığın ne kadar kritik olduğunu vurguluyor. Dolayısıyla, herkesin bir şekilde destek alabileceği, ruh halinin ön plana çıkartılabileceği bu duygusal yolculuklar önem kazanıyor. Gerçek hayatta benzeri dramların dönebildiği bir dünyada yaşıyoruz, bu yüzden Miriam gibi bireylerin yaşadığı deneyimler dertlere bir ışık tutabilir. Depresyonun peşinden koştuğu taraf, bazen insanların hayatında unutulmaz olaylar yaratabilir, yıkılmayacak dilleri bile kurulabilen bir hayata dönüşüm olabileceği gerçeğini gözler önüne seriyor. Yaşananlar, umudun her zaman var olabileceğini gösteriyor; yeter ki ruhumuzda ona yer açabilelim.